Selam F1 Delileri,sezon arasında çok fazla sevdiğim bir yer hakkında birşeyler yazayım istedim yani İstanbul Park'la ilgili birşeyler. Aslında söylenecek,yazacak çok fazla şey var.Pistimizin neden F1 takviminde kalması gerektiği,o verilecek ücretin aslında çok olmadığı yada o 'Turkish GP' adı altında yapılan etkinliğin ülkemize neler kazandırdığı ile ilgili ama ben daha kişisel bir şeyler yazıyım istediğim. İstanbul Park'ın bana ne ifade ettiğini ve bana neler kazandırdığını size anlatmaya çalışacağım.
Bunun için sizi 2005'e götüreceğim ve Hayır İstanbul Park'da ki ilk GP'ye değil Coulthard'ın boğaz köprüsünden geçtiği anlara götüreceğim. O sene ilk defa F1 izlemeye başlamıştım yarışları önce denk geldikçe izliyordum daha sonra yavaş yavaş GP'lerin saatleri,tarihleri öğrenmeye ve yarış kaçırmamaya başladım. Göz açıp kapayıncaya kadar ilk Türkiye GP'si günleri gelmişti fakat benim ne biletim vardı ne de GP'nin nerde olduğuna dair bir bilgim var sayılmazdı ama babam beni en azından Coulthard'ın geçeceği güzergahlardan birine götürmüştü. O an işte çok büyük bir aşkın ilk adımları atılmıştı benim için. O ses,o araç içimi heyecanla doldurmuştu ve o an babama dedim 'seneye mutlaka orda,o pistte olmalıyım.'.
Tabi ki 2006'da Istanbul Park'taydım ve oraya gittiğim an anladımki ordan vazgeçemeyecektim. Bunu anlatmak gerçekten zor ama kendimi oraya ait hissetmiştim.O döneme kadar hep insanlar tarafından 'F1 seven kız' yada 'Raikkonen'ci' gibi isimlerle anılıyordum ama tektim işte fakat piste gidince şunu anladımki aslında hiçte tek falan değildim. Benim gibi düşünen, benim gibi bu sporu seven çok fazla insan vardı ve bunu his gerçekten müthişti. 2006'dan sonra hiç bir Türkiye GP'sini kaçırmadım tabii ki ve her geçen sene git gide harika anlar geçirdim. Tabii ki kötü anılarım da oldu ama İstanbul Park öyle bir yer ki ne olursa olsun orda gülmeyi başarıyorsunuz işte. Düşünün öyle bir yer ki 365 gün içersindeki en iyi 3 gün orada geçiyor. Öyle bir yer ki Coulthard'ın aracının yandığına, Hamilton'un lastiğinin patladığına tanık oldum, Webber ve Vettel'in efsanevi çarpışmasının acısını orda yaşadım ve tabi daha niceleri. Yine öyle bir yer ki size hayatı öğretiyor. İyi veya kötü insaları tanıyorsunuz, doğru yada yanlış bir şeyler feda ediyorsunuz ama sonuçta yanınızda sizi çok iyi anlayan, sizinle sizin deliliklerinize ayak uyduran insanlarla orda yarış izliyor, o 3 günü sonuna kadar yaşıyorsunuz. Kısacası İstanbul Park bana harika mı harika arkadaşlar ve gerçekten çok saygı duyduğum ve sevdiğim pilotları canlı izleme ve tanışma şansını verdi. Orası benim evim dediğimde belki laf olsun diye söylüyorum zannedebilirsiniz ama orası gerçekten benim evim ve oradaki insanlar artık vaktimin çocuğunu geçirdiğim insanlar. Yani o pist sadece 2 saatlik bir yarışa ev sahipliği yapmıyor sadece bu kadar basit bir yer değil. Orası bizim gibi F1 delilerine yuva olmuş bir yer. Ev dediğiniz yeri ev yapan ise sevdiklerinizin olduğu yerdir. Bu yüzden umarım devletimiz gereken parayı öder ve takvimin en iyi pistlerinden biri olan İstanbul Park'ımız F1 takvimde kalır ve biz yine 'evimize' kavuşuruz.
Şu ana kadar piste gelip,yarışı orda izleme şansınız olduysa ne demek istediğimi anlamışsınızdır. Fakat bu şansı elde edemediyseniz şunu tavsiyem eğer takvimde kalırsak bütün şartlarınızı zorlayıp piste gelmeye çalışın. O atmosfer gerçekten ömrünüzde bir kere yaşanacak bir olay.
İşte bu yüzden aşk demek benim için 2 kelime ister Formula 1 deyin ister İstanbul Park...